nazım hikmet gelsene dedi bana hikayesi
Kocası ayrılmak istemez. Nâzım Hikmet, tam da o günlerde bir mektup yollar Piraye’ye ve şöyle der: “Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü
NazımHikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserini 1939 da İstanbul’da yazmaya başlamış, 1939 da İstanbul’da tevkifhanede başlanıp (1908-1959) hayatının uzun bir dönemini de dile getiren bir kitaptır.[2] Nazım Hikmet bu eserini 1939’da yazmaya başlamış ama bu eserini ancak 1959 yılında bitirebilmiştir.
RT@Herteldenrt: Gelsene dedi bana, Kalsana dedi bana, Gülsene dedi bana, Ölsene dedi bana. Geldim, Kaldım, Güldüm, Öldüm. Nazım Hikmet
Vera, Nazım'ın kimliğini almak için cüzdanını açtığında kendi fotoğrafını ve fotoğrafın arkasında şu dizeleri gördü; "Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm" "Cenaze için hazırlanmış hareketsiz yüzünü anımsıyorum. Ölüm bozamamıştı onu.
Kumsal dedi ki Şengülce Annem Merhaba teşekkür ederim,seninde iyi olduğunu umuyorum! Cosmos bende çok büyük bir hayranlık var Nazım'a karşı memleket sevdalısı benim için memleket eşittir Nazım 28 Haziran 2009 00:54
Site De Rencontre Ça Marche Ou Pas.
Oluşturulma Tarihi Ocak 15, 2016 1331Romantik komünist, tutkulu aşık, büyük şair ve yazar, vatanına hasret giden bir sürgün… Ama vazgeçemediği en önemli tutkusu kadınlar…Onlar olmasaydı yaşamı bu kadar heyecan verici, duygulu, anlamlı ve coşku dolu olabilir miydi ? Celile’si, Nüzhet’i, Piraye’si, Münevver’i, Galina’sı ve son eşi Vera’sıyla Nazım Hikmet’in yaşamına yön veren, onun sanatını besleyen, şiirlerine konu olan kadınları anlattık bu Ressam bir anne Celile HanımNazımın annesi Celile Hanım 1880 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Evde özel öğrenim görerek yetiştirilen Celile, saray ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alır. Resim çalışmalarında kuşağının diğer kadın ressamları gibi portreler üstüne yoğunlaşır. 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlenir. İleride Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi olacak ilk çocukları Nazım, 1901’de Selanik’te dünyaya Yahya Kemal ile yaşanan aşkCelile Hanım, şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1917’de Hikmet Bey’den ayrılır; ancak Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu sırada tanıştığı ünlü şair Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşar; ne yazık ki bu ilişki arzu ettiği gibi evlilikle Hüsranla biten bir aşk hikayesiCelile Hikmet Hanım resimleriyle olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandır. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıdır. Oğlu Nazım’a ders vermek için evlerine gelen Yahya Kemel bu eşsiz güzelliğe tutulur; ancak Nazım’ın karşı çıkması ve Yahya Kemal’in evliliğe yanaşmaması üzerine Celile Hanım yurtdışına Hocasına meydan okuyan NazımAnnesiyle babasının boşanması Nazım’ı derinden etkiler. Şiir hocası Yahya Kemal’i bundan sorumlu tutar. Derse geldiği bir gün hocasının ceket cebine bir not bırakır Nazım. Edebiyat hocası Yahya Kemal’e bu notla adeta meydan okumaktadır genç şair “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”5. Nazım’ın ilk aşkı NüzhetNazım ve Nüzhet aynı mahallede yetişmiş çocukluk arkadaşıdırlar ve Nüzhet, Nazım’ın ilk aşkıdır. 1921 yılında Moskova’da üniversitede öğrenciyken ani bir kararla evlenirler. Nüzhet’in ailesi bu evliliğe razı olmaz. Mektuplar yazarlar Moskova’ya; “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız… geçinemezsiniz!” Kısa süren ilk evlilikAncak aşkla başlayan bu evlilik fazla uzun sürmez. İki yıllık birlikteliğin sonunda Nüzhet hastalanıp İstanbul’a döner ve ailesinin de etkisiyle Nazım’ı terk eder. Bu terk ediliş Nazım’a çok dokunur. Nüzhet’i uzun süre aklından Gövdemdeki KurtKıskançlık ve terk edilişin yol açtığı duygularla “Gövdemdeki Kurt” şiirini yazar şair; …Sen / benim / minare boyundaçam gövdeme / yumuşak beyaz /bir kurt gibi girdin / kemirdin / Yumuşak / beyaz / kıvrılışlarıyla /beynime giren kurdu / çürük bir dişçeker gibi söktüm / epeyce ter döktüm /bu sonuncuydu / bir daha olmayacak…8. PirayePiraye, Nazım’ın kız kardeşi Samiye’nin yakın arkadaşıdır. Kızıl saçlı, gösterişli, aydın görüşlü, kültürlü bir ortamda yetişmiş ve varlıklı bir aileye mensuptur. Ve Piraye aynı zamanda kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir Kızıl saçlı kadınNazım’ın Kadıköy’deki evlerine yapılan sık ziyaretler sırasında tanışıp aşık olurlar birbirlerine, ancak Nazım’ın o tarihlerde başlayan uzun hapis yılları nedeniyle araya ayrılıklar girer. Ama Nazım’ın hapis yıllarıyla başlayan bu uzun ayrılıklar, bağlılıklarını ve aşklarını daha da perçinler ve Nazım Türk şiirinin en güzel örneklerini oluşturan aşk şiirlerini hep bu “kızıl saçlı kadın” için 101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım1935 yılında çıkan afla serbest kalan Nazım ve Piraye ve nihayet evlenirler. Ancak bu evlilik de politik baskılar, ekonomik sorunlar ve zorunlu ayrılık yılları nedeniyle kesintilere uğrar. Nazım’ın 1938 – 1948 yılları arasında hapishanede geçireceği yılların umutsuzluğunu, annesi ve dostlarının desteğinin yanı sıra Piraye’nin kısa ziyaretleri ve sevgisi azaltacaktır. Nazım umutsuzluğa kapıldığı uzun hapis yıllarında Piraye’ye kendisinden boşanmasını önerir. Piraye’nin cevabı “101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım, bunu böyle bil… “ Cahit Uçuk ve Semiha BerksoyBu tutkulu sevda gün gelir heyecanını yitirir ve Nazım aradığı heyecanı başka ilişkilerde bulmaya çalışır. Tabii bu durum Piraye’nin gururunu incitir, kalbini kırar. Roman yazarı Cahit Uçuk ve opera sanatçısı Semiha Berksoy bu umutsuz günlerinde onun hayatına giren kadınlardandır. Sonuçta Piraye tüm bunlara anlayış göstermek ve affetmek zorunda kalacaktır Münevver HanımNazım’ın Münevver’le ilişkisi artık bardağı taşıran son damla olur. Münevver, Nazım’ın dayısının kızı olup Fransız asıllı bir anneden Sofya’da dünyaya gelmiştir. Münevver çocukluk arkadaşı olan Nazım’la, o hapiste iken önce mektuplaşarak daha sonra da ziyaretine giderek tekrar ilişki kurar. Bu durum Nazım’ın yıllar öncesine dayanan gençlik arzularını canlandırırken Piraye’ye karşı da suçluluk duymasına neden Rusya’ya kaçışla biten aşkNazım ve Münevver aşkı tam üç yıl 194851 sürer ve Nazım’ın Romanya üzerinden Rusya’ya kaçışıyla fiilen son bulur. Arkasında bırakıp gittiği Münevver’in aşkı ve sevemediği öz oğlu Mehmet’in hasreti vardır. Ancak Münevver’e olan hasreti Nazım’ın yeni yaşamında, yeni ilişkiler kurmasına engel Galina1952 Yılında tanıştığı Galina adlı genç bir Rus doktor Nazım için yeni bir aşkın başlangıcı olur. Galina Nazım’ın doktoru, hayat arkadaşı, evdeki yoldaşı, sağlık danışmanı, yediğini-içtiğini, tüm yaşamını denetleyen yardımcısı, yurt dışına birlikte gittiği eşi ve diğer yandan da Rusya adına onu kontrol eden devlet görevlisidir. Nazım, Galina’ya aşk şiirleri yazmasa da en uzun ilişkisini onunla VeraAncak Galina ile yaşayan, Münevver’i özleyen Nazım’ı yeni bir aşk beklemektedir. 1955 yılı sonlarında bir tesadüf eseri Vera’yla tanışır. Ancak o zaman şairin bilmediği şey Vera’nın evli ve bir kız çocuğu annesi olduğudur. Bu yıldırım aşk Nazım’ı tekrar canlandırır, onun yaşama bağlılığını, coşkusunu geri getirir. Sonuçta Vera’ya kocasından boşanarak birlikte yaşamaları konusunda baskı yapmaya, onu kıskanmaya Son Kadın “Saman Sarısı”Nazım’ın “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadındır Vera. Kendinden otuz yaş daha küçük Vera’nın aşkı Nazım’ın başını döndürür. Artık yeni aşk şiirlerinin ilham kaynağı bu genç sevgili olur. 1960 yılı başında nihayet beklenen olur. Nazım’ın Galina ile olan sekiz yıllık uzun beraberliği boşanmayla sonuçlanır. Vera da uzun ve bunalımlı yıllar sonrası kocasından ayrılmayı başarır. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olduğu Vera’ya kavuşur sonunda Nazım, yani muradına erer ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Nazım bundan sonraki aşk şiirlerini artık Vera için dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldim,Kaldım,Güldüm,Öldüm…tarafından hazırlanmıştır...
nazım'ın gelsene dedi bana kalsana dedi bana gülsene dedi bana ölsene dedi bana geldim kaldım güldüm öldüm nazım hikmet, 1963 nazım'ın kendisiyle yaşadığı ilişkiden doğan bunalımın sonucunda 1962 mayısında;bütün kapılar kapalı,inik bütün perdeler,nerdeler,nerdeler,nerdelergidilmeyen,gelinmeyen bir yerdelerdilsizler fısıldıyor sağırlara çok uzaktanbakışın gözleri yokyoruldum yakalanamazı kovalamaktandiye şiir yazdığı başkasıyla evli olan kadın. nazım hikmetin uğruna saman sarısı şiirini yazdığı sevgilisi 1 yıl boyunca tedavi gören, fakat kansere yenik düşerek 2001 mart ayında 68 yaşında moskova'da ölen nazım hikmetin hikmet'in mezarının bulunduğu novodeviçi mezarlığında toprağa verileceği, ancak yer yetersizliği nedeni ile vera'nın bedeni yakılarak küllerinin nazım hikmet'in yanına gömülen kişi. nazım hikmet'in son kadını. şairin son kitaplarında "vera'ya" adında pek çok şiirini görürüz. ve o şiirlerden bir tanesi vardır ki, mümtaz sevinç'in sesinden ve sigara dumanından dinleyip izleyince anlarız ki, nazım hikmet ölürken vera'yı türkiye'ye, türkiye'yi de vera'ya emanet etmiştir. nazım hikmet in son şiirini yazdığı kadının adıdır. buyrun efendim işte o 8 dize...gelsene dedi banakalsana dedi banagülsene dedi banaölsene dedi banageldimkaldımgüldümöldüm sadece nâzım hikmet'in hayatındaki bir figürdü benim için, geçen güne kadar. şimdi o kadar canlı ki, işte bu eserin sayesinde bkz 17681430 çizgilerle nazım hikmet kitabında vera tulyakova'nın çok güzel bi pasajı vardır''aydınlık evleri, sokakları, şehirleri severdin. parmaklıklardan nefret ederdin. evimizde, kapının üst kısmı parmaklık biçiminde camlanmıştı. ustaları çağırarak parmaklıkların basit camlarla değiştirilmesini istemiştin.. işte şimdi elimde bir kitap tutuyorum, türkiye'den gelen, seni anlatan bir kitap. içinde hapishanede çekilmiş bir resmin var. kalbim acıdan burkuluyor. hapishane duvarına dayanmış, tek başına duruyorsun, rüzgardan, soğuktan büzüşmüşsün. sırtında uzun eski bir palto, ayaklarında ipsiz kunduralar, bir deri bir kemik, kederli bir mahpus. kucağında zayıf, pis bir kedi. kendi dünyasında, kendini kendinde yitirmiş düşüncelere dalmışsın. bu resme bakıyor ve kendimi lanetliyorum. nazım seni yeterince esirgeyemedim, yeterince sevemedim, yeterince koruyamadım diye...'' rusça inanç demektir. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
Yaşamının son zamanlarında Moskova da tedavi görüyor Nazım Hikmet, kalbi rahatsız, sağlık durumu iyi değil. Mevsimlerden kış, doktorlar sıkı bir şekilde tembih etmişler, sakın dışarı çıkma, sakın soğuğa maruz kalma, fazla da hareket etme, burada dur. Nazım, o zamanlar Vera’ya aşık. Bir gece pijamalarının üstüne paltosunu alıyor, gecenin ayazında sokağa çıkıyor ve koşar adımlarla doğru Vera’nın evine.. Gidiyor sevdiği kadının yanına, ve 3 ay sonra orada can Hikmet, Vera’nın yanında kaldığı sıralarda o son şiirini kaleme dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldimKaldımGüldümÖldüm..Nazım Hikmet Ran
Nâzım Hikmet ve Nüzhet Nâzım ve Nüzhet çocukluk arkadaşıdırlar. Moskova’da üniversite öğrencilikleri devresinde evlenirler. Nüzhet’in ailesi razı değildir bu evliliğe. Mektuplar yağdırırlar Moskova’ya. “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız geçinemezsiniz!” derler. Bir ara Nüzhet’in sağlığı bozulur ve memlekete döner. Ne kadar tedavi olup iyileşmiş olsa bile, bu bünyesi ile Nazım’a yoldaşlık yapamayacağını düşünür, belki de ailesinin etkisi ile ayrılmaya karar Moskova nikahı yapılmış olduğu için, boşanmak gibi hukuki bir sorunları da yoktur. Yıkılır şairimiz bu karar üzerine...Bu evlilik iki yıl sürmüştür. Bu ayrılıktan sonra Şair’in şu şiiri yazdığı söylenir MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. /Bir dev gibi seviyordu dev, /Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, /yapamazdı yapısını, /çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin. /O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Mini minnacıktı kadın. /Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda./Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, /girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde/ ebruliiii hanımeli açan eve. /Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz /bahçesinde ebruliii hanımeli açan ev... Nazım Hikmet ve Piraye Piraye, Nâzım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır. Kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır. Şairimiz’in Piraye’ye yazdığı ilk şiirinin hikayesinin şöyle olduğu söylenir Şair, sevgilisine bir demet mor menekşe ile gitmeye niyetlenmiştir. Ama dostlarının karnını doyurması gerekmektedir. Altın gözlü çocuğun menekşe parasını harcar. 1930 da yazdığı o güzelim şiiri de şöyledir Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk Abe şair, bizim de bir çift sözümüz var aşka dair.» O meretten biz de çakarız biraz.. Deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti yaz sarı tahta vagonları ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi. Halbuki ben istiyordum ki gelsin o kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi... Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi, yaz böyle gelmiyor, böyle gelmiyor, hay anasını... şey!.. EEEEEEEEEY... kızım, annem, karım, kardeşim sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana! Ne haltedek, dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına! 1935’de kimseye haber vermeden evlenirler. İstanbul’a yerleşirler. Ama rahat olamazlar ki… Nâzım Hikmet’in mahpusluk günleri başlayacaktır. O kadar çok şiir yazmıştır ki Piraye’ye… O kadar çok mektup yazmıştır ki “Karıcım, canım karıcığım” hitapları ile başlayan… Misal, "Karıcığım, Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum Saat dört yoksun, Saat beş yok / Altı,yedi ertesi gün ve belki kimbilir... /Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı. /Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı./Gelirdin,yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde..." Bu şiir böyle devam etmektedir... Şiirin sonundaki mektup ise şöyle bitmektedir "Kuzum karıcığım,bu şiirleri iyi en ustaları değilse de en nasıl yalansız, süssüz,sanatsız seviyorsam,bunlar da öyle... " Yada ,”Karıma Birinci Mektup” şiirini şöyle bitirmektedir ……………………………………………... Düşmanara gam. /Dostlara selam. /Kalbimde çocuklarım. /Seni kucaklarım. /Canın sıkıldıysa bu mektuptan beni affet!... /Kocan Nazım Hikmet “Karıma 2. Mektubumdur” diye yazılan ve Portreler kitabında yayımlanan en ünlü şiir de şu değil midir? "Bir tanem! Son mektubunda "Başım sızlıyor yüreğim sersem!" diyorsun. "Seni asarlarsa seni kaybedersem," diyorsun, "yaşayamam!" Yaşarsın, karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı, en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki, sevgili, zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım'a! Ben, alacakaranlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal! Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı." Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” şiiri ise şöyle başlamaktadır “Senin adını /Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya,bulunduğum yerde /Ne sapı sedefli bir çakı var, bizlere alatı katıa verilmez, /Ne de başı bulutlarda bir çınar.” Durmaksızın yazar Piraye’ye Nâzım Hikmet, sürekli yazar… 1945 lerde gene mahpushanede Piraye hanım’a hergün bir şiir yazmaya başlar. “Piraye için yazılan saat 21-22 şiirleri”dir bunlar. “Ne güzel şey hatırlamak seni ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…..” Yıllar yılları kovalar hasret ve sevi dolu mektup ve şiirlerle... Amaaa her aşkın bir sonu vardır galiba... 1946 da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır. Gönlüne sual olunmuyordu şairimizin ve artık Nâzım Hikmet ile Münevver aşkı başlıyordu. Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliği ile… Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez. Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır. Kocası ayrılmak istemez. Nâzım- Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir. Nâzım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye hanım’a. Şöyle der “Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek,beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!" Gelmezse intihar edeceğini söyleyen mektuplar yazar karısına... Haberler gönderir...Piraye dayanamaz gider. Daha sonra da Nâzım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazıları devam eder. Nâzım Hikmet açlık grevi yapmıştır mahpushanede ve rahatsızlandığı için hasteneye yatırılmıştır. Piraye Hanım’la son görüşmelerinin hikayesi de şöyledir Özel bir bağışlanma bekleyen şair serbest bırakılacağını düşünmektedir ve gene Münevver Hanım’la görüşmelere başlamıştır. Piraye Hanım bilir durumu ama gene de hastaneye gider ve Nâzım Hikmet'e çıktığında evine gelebileceğini söyler. Tam bu konuşma sırasında, kapısı açılır görüşme odasının ve içeriye Nâzım Hikmet’in kızkardeşi ile Münevver Hanım girerler. Şairimiz iki arada kalmıştır ve durumu oldukça sevimsizdir. Piraye Hanım çıkar odadan. Bu Piraye ve Nâzım’ın son görüşmesidir. 1930 da başlayan aşk 1950 de noktalanır. Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yanlız bırakmamış ve sabırla beklemiştir. Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar da hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir. Nazım Hikmet ve Piraye Hanım aşkından geriye, uzun mahpusluk yılları boyunca yazılan yüzlerce şiir, mektuplar ve kitaplar kalır... Hayranlıkla okumamız için! 1946 da "Piraye'me Rubailer" yazmıştır Nazım Hikmet... Bir tanesi şöyleydi "hatunumun gözleri eladır da /içinde hareler var yeşil yeşil /altın varak üstüne yeşil yeşil meneviş /Kardeşlerim,bu ne biçim iş /şu dokuz yıldır eli elime değmeden /ben burda ihtiyarladım /o orda /Kalın,beyaz boynu kırışan kızım, /imkansızdır ihtiyarlamamız bizim, etin gevşemesine bir başka tabir gerek, /zira ki ihtiyarlamak kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek." Nâzım Hikmet ve Münevver 1938 de Nâzım Hikmet Bursa Mapushanesindedir. Bir gün dayısının kızı Münevver gelir ziyaretine. Bir güzellik girmiştir içeriye, üzerinde Fransız parfümleri kokusu. Kendine güvenli şen şakrak bir kadındır. Münevver le yaşamaya karar verirler. “ Sen esirliğim ve hürriyetimsin, /Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, /Sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, /Sen büyük,güzel ve muzaffer /Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” Evli ve bir çocuk annesidir Münevver. Önce Nâzım Hikmet’in hapisten çıkacağı düşünülmektedir. Ama mümkün olmayınca çıkması ve kocası Münevver’den ayrılmaya ikna olmayınca bir pusula gönderir şaire kocasından ayrılamsının imkansız olduğunu bildirir. Açlık grevine başlar Nâzım Hikmet. “yapraklara,dallara,yeşillere, allara, /Nice nice yıllara gülüm,nice nice yıllara. Yaprak dala, al yeşile yaraşır, /Gayrı bundan böyle vermem seni ellere.” 1950 de giren af kanunuyla Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuşur. Çıkınca hapisten Münevver'le evlenir. 1951 de oğulları Mehmet dünyaya gelir. “Nazım’ın kopyası, mavi gözlü,sarı saçlı, gürbüz bir oğlandı.” demektedir Vâlâ Nurettin. Nedense Nâzım Hikmet'in askere gitmesi istenmektedir. Nâzım Hikmet 49 yaşındadır ve 1918 de Bahriye Mektebini bitirmiştir. İkna edemez kimseyi ve askere sevk kararı çıkartılmıştır. Şair 1951 Haziran’ında Tarabya’dan bindiği bir sürat teknesiyle önce Romen şilebine biner, ordan Varna’ya,sonra Bükreş’e ve nihayetinde Moskova’ya gidecektir. Bundan sonraki yıllar memleket hasreti başlayacaktır. “Sevgilim, gonca gülüm /Başladı Lehistan ovasında yolculuğum. ……………. Sevgilim, dayı kızım, Memed’imin anası, /Dedelerimizden biri /1848 Polonya muhaciri. Belki o Varşovalı güzel kadına, senin /İkizmişsiniz gibi benzeyişiniz bundandır, Belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı /Böyle uzun boyluyum, /Oğlumuzun gözleri böyle kuzek mavisi.” Memed’e yazar “ Ananı üzme oğlum, /Ben güldürmedim yüzünü /Sen güldür. /Anan /İpek gibi kuvvetli,ipek gibi yumuşak; /Anan, /Nineliğinde bile güzel olacak /On ilk gördüğüm günkü gibi, /Boğaziçi’ndeOnyedisinde, /Ay ışığı,gün ışığı,caneriği, /Dünya güzeli.” 1958 de paris’tedir Nâzım Hikmet. “Sensiz Paris gülüm, /Bir havai fişeği /Bir kuru gürültü /Kederli bir ırmak. /Yıktı mahvetti beni Paris’te durup dinlenmeden, gülüm /Seni çağırmak.” 1961 de Münevver, oğlu Memed'le birlikte kaçak yollarla Varşova'ya gitmeyi başarır. Yıllardan sonra Nâzım Hikmet’le bir otelde biraraya gelirler. Sonra bir ev tutarlar. Münevver Varşova Üniversitesinde bir iş bulacaktır. Ama Nâzım bu yıllar zarfında yeni bir aşk bulmuştur kendine… Vera.. Durumu Münevver’e açıklar. Bir süre sonra Münevver oğlunu alıp Fransa’ya geçer. Orada da bir Fransızla evlenir daha sonra. 1998 tarihinde Fransa’da vefat eder. Nâzım Hikmet ve Vera “Saçları saman sarısı,kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadının adı Vera’dır. Nazım Hikmet’ten otuz yaş küçük, beş yıllık evli ve bir çocuk annesidir. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olmuştur şair, Vera’ya. Evli ve çocuklu olması umrunda değildir. Vera'yı sürekli aramaktadır. Günde belki on kez telefon eder. Sonunda muradına erer Nazım Hikmet ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Evlenirler. Bundan sonra şiirler Vera için yazılacaktır. “Seher vaktı habersizce girdi /gara ekspres kar içindeydi /ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım/peronda benden başka da kimseler yoktu/durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri/perdesi aralıktıgenç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada/saçları saman sarısı kirpikleri mavi/kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı/üst ranzada uyuyanı göremedim/habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres/bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini/baktım arkasındanüst ranzada ben uyuyorum/Varşova’da Biristol Oteli’nde/yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu…” ”Vera’nın Resmi” adlı şiiri de şöyledir “Kimseler yapamaz senin resmini Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım.” Giitiği her ülkeden her şehirden arar Veya’yı şair. Her yerden kartlar yazar sevda dolu... Gönderir Vera’ya usanmadan… “ ve tüm dostları. Korkunç hasret içindeyim. Bir an önce, bir an önce dönmek istiyorum, işte bu kadar. Nâzım.” Bazı yolladıkları da sadece dört satırdır. Şöyle “Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Nâzım Hikmet “ Nâzım Hikmet en son şiirini gene Vera'ya yazmıştır. "Gelsene dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm." Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 günü memleket hasretiyle ölür. Vera, Şairin ölümünden sonra kimseyle evlenmez bir daha. Vera da 2001 de öldüğünde Moskova'dadır.
nazım hikmet gelsene dedi bana hikayesi